Arama sonuçları: "olmak" deyimiyle ilgili toplam 1568 kelime bulundu, fakat sonuçlar 300 adet ile sınırlandırıldı. Daha kesin sonuçlar için aranacak kelime(leri)nizi gözden geçirin. |
Daşten |
Farsça
- Tutmak, elde etmek, mâlik olmak, zimmetine geçirmek.
- Zabtetmek, gasbetmek, almak.
- Görüp gözetlemek.
- Eskimek, yıpranmak, harab olmak, köhneleşmek.
|
Debar |
Mahvolmak. Helâk olmak. |
Def' |
- Ortadan kaldırmak, Öteye itmek.
- Mâni' olmak. Savmak. Savunmak.
- Himaye etmek.
- Fık: Bir dâvayı müdafaa için başka bir dâva açmak.
|
Deha |
Çok akıllılık. Zekiliğin ve anlayışlılığın son derecesi. İleri görüşlülük, geniş ve çok güzel fikir sâhibi olmak. |
Deha-i Fennî |
Farsça
N ve dünyevi ilimlerde çok ileri görüşlülük ve harika zekâlı olmak. |
Dehş(e) |
Tenbel olmak. |
Dehşet |
Korkup kaçılacak şey. Ürkmek, şaşmak. Korku ve telâş içinde olmak. |
Dekke |
- Ufalanmak. Pâre pâre olmak.
- Vurmak, döğmek.
- Seki, sofa.
|
Dekken |
Hurdahaş olmak, yerle bir olma, ufalanmak, parça, parça olmak. |
Delalet |
- Delil olmak. Yol göstermek. Kılavuzluk. Doğru yolu bulmakta insanlara yardım etmek.
- İşaret.
|
Delh |
Heder olmak, boşa ve faydasız olarak gitmek. |
Delil-i İhtira' |
Cenab-ı Hakk'ın yeniden icad ederek yarattığı şeylerden meydana gelen, kendi zâtına mahsus delil. Buna misâl olarak birini zikredebiliriz: (Cenâb-ı Hak hususi eserlerine menşe ve kendisine lâyık kemâlâtına me'haz olmak üzere her ferde ve her nev'e has ve müstakil bir vücud vermiştir. Ezel cihetine sonsuz olarak uzanıp giden, hiçbir nev' yoktur. Çünkü bütün enva'; imkândan vücub dâiresine çıkmamışlardır. Ve teselsülün de bâtıl olduğu meydandadır. Ve âlemde görünen şu tegayyür ve tebeddül ile bir kısım eşyanın hudusu, yani, yeni vücuda geldiği de göz ile görünüyor. Bir kısmının da hudusu zaruret-i akliye ile sabittir. Demek, hiçbir şeyin ezeliyyeti cihetine gidilemez.Ve keza, ilm-ül hayvanat ve ilm-ün nebatatta isbat edildiği gibi, envâın sayısı iki yüz bine bâliğdir. Bu nev'ler için birer âdem ve birer evvel baba lâzımdır. Bu evvel babaların ve âdemlerin dâire-i vücubda olmayıp ancak mümkinattan olduklarına nazaran behemehâl, vasıtasız, kudret-i İlâhiyyeden vücuda geldikleri zaruridir. Çünkü, bu nev'lerin teselsülü, yani, sonsuz uzanıp gitmeleri bâtıldır. Ve bazı nev'lerin başka nev'lerden husule gelmeleri tevehhümü de bâtıldır. Çünkü, iki nev'den doğan nev, alelekser ya akimdir veya nesli inkıtaa uğrar. Tenâsül ile bir silsilenin başı olamaz.Hülâsa: Beşeriyet ve sâir hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei en başta bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir. İ.İ.) |
Demc |
- Dühul etmek, girmek.
- Mestur olmak, örtünmek.
|
Denavet |
Yakın olmak, yakınlık. |
Denen |
- Bir kişinin belinin bükülüp eğri olması.
- Kolları çok kısa olmak.
- Hayvanların ayakları kısa ve göğüsleri yere yakın olması.
|
Derh |
Men etmek, engel olmak. |
Dervah |
Farsça
- Hastalıktan yeni kurtulan, iyice kendisine gelemeyen kimse.
- Sağlam, metin, muhkem.
- Doğru, asıl, gerçek.
- Yiğitlik, cesaret, cesur olmak, şecaat.
- Ayıp, utanma.
- Sertlik, kabalık.
|
Dest-gir |
Farsça
Muavenet. Arka olmak. Tutucu, yardımcı, muin. Zahir. |
Devh |
- Hor, hakir olmak. Hor, hakir etmek.
- Kahretmek.
|
Devş |
Farsça
Sid olmak. |
Deyh |
(C.: Diyeha) Hor ve rezil olmak. |
Dıya |
Helak olmak, telef olmak. |
Dibg |
Dibâgat etmek. Arınıp pâk olmak. |
Dil |
- Lisan, zeban.
- Ağızdaki tat alma duygusu ve konuşma uzvu.
- İnsanların konuştukları lehçelerin her birisi. Lügat.
- Muhtelif âlât ve edevâtın uzunca ve yassı, ekseriya oynak kısımları.
- Coğ: Denizin içine uzanmış üstü düz mumluk, uzunca kara parçası.
- Mc: Gıybet, mezemmet, dedi-kodu, çekiştirme. (İnsanın yüz cihazatından birtek cihazı olan lisanı; bir et parçası iken, iki büyük vazifesiyle yüzer hikmetlere, neticelere, meyvelere, fâidelere âlet oluyor... Taamların zevkindeki vazifesi, ayrı ayrı bütün tatları bilerek cesede, mideye haber vermek ve rahmet-i İlâhiyyenin matbahlarına dikkatli bir müfettiş olmak ve kelimeler vazifesinde kalbe ve ruha ve dimağa tam bir tercüman ve santral olmak; elbette gayet parlak ve kat'i bir surette ihatalı ilme delâlet ve şehadet eder. Birtek dil, hikmetleri ve meyveleriyle böyle delâlet etse; hadsiz lisanlar ve hadsiz zihayatlar, nihayetsiz masnuat, güneş zuhurunda ve gündüz kat'iyetinde nihayetsiz bir ilme delâlet ve şehadet ve Allâm-ül Guyub'un daire-i ilminden ve hikmetinden ve meşietinden hariç hiçbirşey yoktur diye ilân ederler. ş.)
|
Din |
- Ceza, ivaz.
- İman ve amel mevzuu olarak insanlara Cenab-ı Hak tarafından teklif olunan Hak ve hakikat kanunlarının hey'et-i mecmuasıdır. Din, kâinatın, dünyanın hayatın ve insanın yaratılış gayeleri ve var oluş şekillerini açıklıyarak, onları mânasızlıktan ve abesiyetten kurtarır. İnsanların cemiyet hayatında barış içinde ve kardeşçe yaşamalarını sağlar, hakiki saadete ulaştırır. Dinin zayıfladığı cemiyetlerde ırkçılık ve ihtilâlci ideolojiler yayılır. Milletin birlik ve dirliği bozulur.
- Cenab-ı Hakk'ın Dergâh-ı Uluhiyyetine kulluk edasına vesile ve medar olan ibadet, İslâm, şeriat.
- Millet.
- Âdet, hâl, siyaset.
- Hesab.
- Kahr, galebe, istilâ.
- Mâlik olmak. Aziz olmak.
- İtaat etme. Verâ, takvâ. Mâsiyet ve ikrah ve hizmet.
- Hüküm, kazâ ve ihsân.
- Bir şeyi âdet eylemek, de'b.
- Siret ve tarikat.
- Tedbir ve tevhid.
- Melik, mülk.
- Birisini hoşlanmadığı şeye sevketmek.
- Ist: Allah ile kul ve kullar arasındaki münasebetleri tanzim eden nizam.
|
Dirayet |
- Zekâ, bilgi. Kuvvetli tecrübe sahibi olmak.
- Fetanet. Temkin ve tecrübeye dayanan akıl.
|
Duhus |
Bâtıl olmak. |
Dull |
Helak.DUM $ (Devâm): Sâbit ve sâkin olmak. |
Durr |
Zayıflık. Hâli yaramaz olmak. |
Dûş Azmak |
Rüyâda iken kirlenmek, ihtilâm olmak. |
|